Page 3 - Dergi Baykuş - Şubat 2025
P. 3

Bir  sonraki  odada  dedem  vardı.  Büyük  kütüphanesinin  önünde  durmuş,  tozlu  kitaplarından
             birini  açmış,  başını  hafifçe  öne  eğmişti.  Okuduğu  şey  belki  bir  Mesnevi  belki  de  bir  Divan
             şiiriydi.  Çünkü  onları  okuduğunda  yüzünde  hep  bildik  bu  ifade  olurdu.  Yavaşça  yaklaştım,
             bakar  gibi  oldu  sonra  gözlerini  kaçırdı.  Tanpınar’ın  kahramanlarından  biriydi  sanki.  İç
             dünyasında kurduğu sığınakta yaşarken, dışarıdan gelen tüm sesleri reddeden bir ketumluk
             vardı  duruşunda.  Belki  de  kelimelere  ya  da  zamana  karşı  açtığı  savaşın  dik  duruşuydu.
             Yanındayken saat yeniden çaldı. Büyük bir duvar saatiydi. Her vuruşunda duvarlar titriyor, her
             tik tok geçmişten bir ses getiriyordu. Burası bir evden öte tüm anıların havada asılı kaldığı
             zamandan  bir  parça  gibiydi.  Adeta  zaman  ilerlemiyor;  bazen  bir  çember  çiziyor  bazen  de
             baştan başlıyor fakat hiç durmuyordu.
             Dedem de görmemişti beni. Yalnız savaşmaya karar vermiş biri istese de sizi görmez. Onu
             kendi  savaşıyla  bırakarak  salona  geçtim.  Çocukluğumun  oyunları  canlandı  salonun  orta
             yerinde. Tek başıma oynadığım oyunlar, uydurduğum hikayeler... Duvarlardan çıkan hayali
             kahramanlarım  bensiz  oradan  oraya  koşturuyordu.  Duvarda  asılı  duran  aynaya  baktım.
             Gördüğüm  kişi  ben  değildim.  Gözleri  daha  parlak,  yüzü  yıpranmamış  ve  umutlu  bir  genç
             adam  vardı.  Ben  onun  solmuş  bir  kopyası  gibiydim.  Zamansa,  bedenimi  eskiten  bir  pastı.
             Zamanı  durduramayacağımı  ancak  ona  dokunabileceğimi  anladım  o  an.  Zamana
             dokunmanın onu durdurmaya çalışmaktan daha akıllıca olduğuna karar verdim.
             Aynanın  alt  tarafındaki  küçük  çekmeceye  uzandım.  Açtım.  Çalışmayan,  kordonunun  derisi
             dökülmüş  yine  de  zamanı  içinde  taşıyan  eski  bir  saat  vardı.  07.13‘te  durmuş.  Annemin,
             kaynamış  süt  dolu  tencereyi  ocaktan  aldığı  sırada  dengesini  kaybederek  mutfakta  düştüğü
             sabah.  Gözlerinde  kayıp  bir  bakış  ve  acı  çığlığıyla  yere  yığılmıştı.  Tam  07.13.  O  günden
             sonra hiçbir saat bana doğruyu göstermemişti. Tanpınar’ın o meşhur saatlerinden biridir bu
             diyerek  gülümsedim.  “Zaman  bir  nehir  değil,  göldür.”  derdi  dedem.  Yüzey  durgun,  derinliği
             dipsiz.  O  saat  o  gölden  çıkmış  olmalıydı.  Hayır,  öyle  değil.  Annemindi  saat.  Tencereyi
             ocaktan alırken görmüştüm sol bileğinde. O sabahtan hatırladığım en net fotoğraf buydu.
             Birdenbire perde aralandı. Pencereye gidip dışarı baktım. Bahçedeki erik ağacı çiçek açmıştı.
             Yıllardır o ağacın kuruyup öldüğünü sanırdım. Rüzgar dallarını titrettikçe beyaz yapraklar kar
             tanesi gibi dans ederek süzülüyordu. Kalbimde bir boşluk hissettim. Geçmiş olanca ağırlığı ile
             göğsüme  çökmüş  gibiydi.  Bu  eve  dönebileceğimi  düşünmemiştim.  Oysa  hiç  gitmemiş,  hep
             içindeymişim.  Arkamı  döndüğümde  oyun  kahramanlarım  gitmişti.  Bir  büyük  boşluk  içinde
             sadece tik tak...
             Çocukluğumun  geçtiği  bu  ev  neden  bunca  zaman  sonra  ben  çağırmıştı?  Bir  türlü  dahil
             olamadığım  o  anıları  bir  hayalet  gibi  izlerken,  zamanın  neresindeydim?  İçim  ürperdi.  Bir
             hayaletin  içi  ürperir  mi?  Odadan  çıkıp  halıya  basarken  desenlerin  hareketsizliğini  gördüm.
             Saatin sesi duyuluyordu yalnız. Kapıya geldiğimde dönüp arkama baktım. Yaşadıklarım ne
             gerçekti  ne  de  varlığı  inkar  edilecek  bir  hayaldi.  Merdivenlerden  inerken  her  adımda
             ayaklarımın  altından  bir  şeyler  kayıyordu.  Anılar,  dakikalar,  saatler,  günler,  haftalar,  aylar,
             yıllar...
             Sokağa  vardığımda,  gün  ağarmış,  gökyüzünün  soluk  mavisine  inceden  turuncu  karışmıştı.
             Zaman  kendi  hızıyla  yol  almaya  devam  ederken  ben  onun  içinden  geçen  değil  birlikte
             yürüyendim  şimdi.  Yürürken  aklıma  geldi:  “Ben  zamanı  gördüm,  içimde  ve  dışımda  sessiz
             çalışıyordu.”  demişti  Tanpınar  bir  şiirinde.  Zamanın  bu  kendi  içindeki  devinimine  ayak
             uydurmanın  başarısızlığı  mı  getirmişti  beni  buraya?  Yaşadıklarım  neyin  nesiydi?  Sanırım
             hayaletler daha fazlasını anlayamıyor.




       NİSAN 2025                                                                            DERGİ BAYKUŞ        2
   1   2   3   4   5   6   7   8